29 Ocak 2013 Salı

Finansal Piyasalarda 2013 yılı ve Risk Yönetiminin Artan Önemi----- Yarına Övgüde ilk konuk yazar -------- Sayın Güneş Kasap - Risk Active


Efendim bugün Yarına Övgü'nün misafiri var, yani ilk konuğum da geldi,  Risk Active'den ( www.riskactive.com ) Sayın Güneş Kasap geçtiğimiz yılı (2012) ve içinde bulunduğumuz yılı ve ekonomik ortamı, bir ekonomist, bir risk yöneticisi gözüyle yorumlayacak. Sadece finans sektörünü değil reel sektörü, yatırımcıları, piyasaları ilgilendireceğini düşündüğüm bu makalesini sizlerle paylaşıyorum.

Not: Risk Active  'Risk Yönetimi' konusunun lider kurumu olup,  Güneş hanımın makalesinde geçen 'Volatilite' kelimesini 'Piyasada Fiyat Dalgalanması' olarak düşünmenizde fayda olacaktır.


 Finansal Piyasalarda 2013 yılı ve Risk Yönetiminin Artan Önemi

Finansal piyasalarda günün sonunda ne olacağını %100 ihtimalle bilebilmek falcılıktan farklı değil, fakat %100 ihtimalle bildiğimiz bir şey var ki 2013 yılı 2012 den çok farklı olacak. Özellikle kur cephesinde 2012 yılı belki de tüm zamanların altın yılıydı. USDTRY kuru neredeyse sabit kur rejiminin olduğu dönemlerdeki kadar dar bir bantta hareket etti. 

Yurtdışı piyasalarda ise 2011 yılının yangın ortamından sonra 2012 yılı iyimserliğin hakim olduğu bir yıl oldu ve ülkemiz piyasaları da bu global ortamdan oldukça iyi bir şekilde faydalandı. Hem faiz hem de borsa cephesinde herkesin yüzünü güldüren bir yıl oldu 2012.

Sonuç itibariyle kurların dar bir bantta dalgalandığı, faizlerin tarihin en düşük seviyelerine geldiği, borsanın rekor üstüne rekor kırdığı 2012 yılından sonra esas soru işareti 2013 yılında neler ile karşı karşıya kalabileceğimiz noktasında kafamızı meşgul etmekte.

Sonda söylenmesi gerekeni başta söyleyelim: Hangi açıdan bakarsak bakalım 2013 yılı 2012 kadar rahat, seçeneklerin sınırlı olduğu, öngörülebilir bir yıl olmayacak gibi görünüyor.

Makro ekonomik perspektif itibariyle 2013 yılının iyi bir yıl olma potansiyeli yüksek. Özellikle mevcut bol likidite ortamını sağlayan gelişmiş ülkelerde ortalama %2 civarında olan büyüme tahminleri Türkiye'ye gelecek para akımlarının devam edebileceği yönündeki tahminleri destekler nitelikte karşımıza çıkıyor. Şayet gelişmiş ülkelerdeki büyüme beklentileri %4-5 seviyelerinde olsaydı Merkez Bankaları piyasalara vermiş oldukları fazla likiditeyi geri çekmenin yollarını aramaya başlayabilirdi. Büyüme %0-1 gibi bir seviyede olsaydı da global risk iştahının düşmesinden hareketle güvenli liman kaygıları nedeniyle para akışının sekteye uğrayabileceği bir yıl olabilirdi. Fakat %2 seviyeleri likidite musluklarının açık kalmasını sağlayacak ve aynı zamanda global risk iştahını gelişmekte olan ülkelerden uzaklaştırmayacak kadar makul bir büyüme oranı olarak Türkiye piyasalarını 2013'te destekleyecek bir ortamın habercisi olarak değerlendirilebilecek bir tahmin. Kısaca para akışında, yurtdışı borçlanmalarda bir sıkıntı yaşanma ihtimali çok yüksek gözükmüyor. Tabi ki Avrupa borç krizi, global kur savaşları gibi sıcak konular gündemi meşgul etmeye devam edecektir ve bu konuların volatilite üzerindeki etkisi takip edilmelidir.

Global piyasalardaki bu orta-iyimser durumu Türkiye gerçekleriyle birleştirdiğimiz noktada ortaya belirsizliklerin arttığı bir yıl senaryosu çıkıyor. Piyasa oyuncularının sevdiği fakat üretim yapan, istihdam sağlayan ve ülkenin ilerlemesini sağlayan reel sektör firmalarının daha dikkatli hareket etmesi gereksinimini arttıran yüksek volatilite ortamının geri geleceğine yönelik sinyaller kuvvetli gözüküyor. 

Kur cephesinden baktığımızda USDTRY ve EURTRY volatilitesi kendi tarihinin en düşük seviyesinde seyrederken, an itibariyle, dünyada takip ettiğimiz diğer tüm para birimlerinden de düşük bir seviyede bulunmaktadır. Gerek teorik olarak gerekse de pratikte volatilite kendi tarihsel ortalamalarına her zaman geri dönme eğiliminde olan bir finansal göstergedir. Bu gerçek de bize volatilitenin artma riski taşıdığını tek başına bile göstermek için yeterlidir. Volatilite kendi tanımı gereği yön gösteren bir araç değildir. Bir başka ifade ile kurlar yukarı da gitse aşağı da gitse volatilite artabilir. Türk Lirası'nın tarihsel olarak volatilitesini incelediğimizde volatilitenin TL'nin değer kaybettiği zamanlarda arttığını gözlemliyoruz, ancak belirttiğimiz gibi teorik olarak TL'nin değer kazanması da volatiliteyi arttırabilir. Bu noktada elimizdeki veri setindeki diğer değişkenlere de bakalım. Merkez Bankası Başkanı reel kur endeksine göre TL'nin değer kazanmasına izin vermeyeceklerini belirtti. Bunun da TL'nin enflasyon kadar değer kaybetmesi gerektiği yönünde bir algıya sebebiyet verdiğini belirtmekte fayda var. Tabi ki bu noktada TL'nin bir sepet olarak değerinden bahsediyoruz, sadece USDTRY kurundan değil. Bir diğer veri ise Fitch tarafından yapılan not arttırımının diğer rating kuruluşları tarafından da takip edileceği beklentisi. Ülkenin iki rating kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir seviyede tasdik edilmesi yurt içine sermaye akımlarının yoğunlaşmasına sebebiyet verebilir. Bu noktada kurların aşağı yönlü hareket etme potansiyelinin olduğu da savunulabilir. Kısaca en başta belirttiğimiz gibi kurlar her iki yöne de kuvvetli hareket edebilme potansiyeline sahip gözüküyor. 

Faiz cephesinden baktığımızda ise Merkez Bankası'nın faiz koridorunu aşağı yönlü kaydırırken karşılık oranlarını arttırıyor olması ve enflasyonda meydana gelebilecek yukarı yönlü şoklar teknik olarak Türk Lirası verim eğrisinin yukarı hareket etme ihtimalini arttırıyor. Yabancı para borçlanmalarına baktığımızda ise gerek Türkiye CDS oranlarının Brezilya ve Meksika gibi yatırım yapılabilir ülke ratingine sahip ülkelerin CDS seviyelerine yakın seyretmesi ve gelişmiş ülke faizlerinin taban sıfır seviyesine neredeyse yapışmış olması yabancı para cinsinden borçlanma faiz oranlarında da ulaşılabilecek minimum noktaya ulaşıldığı yönündeki beklentileri destekliyor. Mevcut ekonomik konjonktür faizlerin düşmesi ihtimalini sınırlarken yukarı yönlü hareketlerin gerçekleşme olasılığını da arttırıyor. Bu tabi ki faizler yukarı gelecek demek değil, fakat her şeye hazırlıklı olmak gerektiği konusunda algılarımızı açmamızın faydalı olacağı yönünde bir işaret olarak algılanabilir.

Benzer beklentiler sacın diğer ayağı borsa cephesinde de karşımıza çıkıyor. Her gün yukarı yönün devam edeceği ve bittiği yönündeki makale köşe yazısı ve raporları okuyoruz. Son zamanlardaki gün içinde sert dalgalı seyir fakat yatay kapanış ve yüksek işlem hacimleri yatırımcıların da ikiye bölündüğünün güzel bir örneği. 

Tüm bunların ışığında reel sektör firmaları için karar vermenin 2012 yılına göre daha zor olacağı bir yıla başladığımızı söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Bir çok kurumsal firma finansal risklerini ortadan kaldırmaya yönelik sistem yatırımlarını tamamlayıp, operasyonlarına risk yönetimi perspektifiyle yaklaşmaya başladı. Fakat hala tüm reel sektör için alınması gereken bir hayli yol var. Kar marjlarının düştüğü, volatilitenin artma potansiyelinin yüksek olduğu bir ortamda onlarca, yüzlerce hatta binlerce kişiye ekmek kapısı olan reel sektör firmalarımızın maruz kaldıkları finansal riskleri taşımaya devam etmeleri ne kadar doğru olduğu her yöneticinin kendisine sorması gereken soruların başında geliyor. 

Her 2-3 senede bir karşı karşıya kalınan finansal dalgalanmalar, risk yönetimi perspektifine sahip olmadan ilerleyen firmalarımızın ciddi zararlar yazmalarına neden olabilmektedir. Firmaların yaptıkları iş neticesinde maruz kaldıkları finansal riskleri doğru analiz ederek ortadan kaldırmaları günümüz piyasalarında oldukça kolay olmanın yanı sıra faydalı da olmaktadır.

Finansal piyasalar reel sektör firmaları için para kazanma fırsatı sunan yerler olarak değil para kaybetmemeyi sağlayan yardımcı etmenler olarak değerlendirilmediği sürece en ufak dalgalanmada bilançoların yara aldıklarını görmeye devam edeceğiz. Bu noktada yardımımıza koşan en güçlü araçlar türev ürünlerdir. Türev ürünler amaca hizmet eder nitelikte, finansal risklerin yönetilmesi amacıyla kullanıldığı sürece firmaları, piyasa fiyatlarının oynaklıklarından koruyacaktır.

Risklerin doğru analizi ve analiz edilen risklerin doğru ürünle ortadan kaldırılması rekabette firmaları bir adım öne çıkaracak en önemli etmen olacaktır. Dünyada söz sahibi bir çok Türk firması düşük kar marjlarının hakim olduğu bir konjonktürde gerçek zamanlı risk yönetimi yaparak ayakta kalmakta ve  pazar paylarını arttırmaktadırlar. Bu felsefenin tüm ülkeye yayıldığını düşündüğümüzde, ülke olarak bir Almanya seviyesine ulaşmamızın önünde hiçbir engel kalmayacaktır.

Güneş Kasap
RiskActive-Senior Consultant
Training & Consulting & Software

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder