IMF iSTİKRAR PROGRAMI VE KRİZ YÖNETİMİ (Mart 2019)
IMF İSTİKRAR PROGRAMLARI VE KRİZ YÖNETİMİ
(21.YY Türkiye Enstitüsü/Ankara Özel Rapor)
1. Borçlanma
ve IMF programı ne demek? Türkiye nasıl
bir yol izlemeli?
2019 yerel seçimlerinin sonrası günlerin
Türkiye ekonomisi için
bir kırılma noktası
olacağını tahmin etmek zor değil. Bu
kırılma zamanı
yaklaştıkça
ortaya çıkacak finansman ihtiyacını şimdiden
düşünerek bilerek hareket etmek ve bir strateji belirlemek
gerekiyor.
Finansman ihtiyacı aslında her dönemde vardır, ancak
bu kez borçlanma veya kaynak arayışı düzenli ve normal bir ekonomi ortamından
gelmemekte, bu nedenle farklı bir yaklaşımı ve çalışmayı hak etmektedir.
Mevcut durumumun tespiti ve alınması gerekli temel önlemleri
özetlemek gerekirse;
·
2019 da ekonominin büyümeyeceğini, tam
tersi küçülebileceğini de öngörerek bu olumsuz durumun hazırlığına yılın
başında başlamak gerekiyordu ancak görüldüğü kadarıyla bu yapılmamıştır.
·
Diğer taraftan dikkatlerden kaçan daha
büyük bir ekonomik-politik riskten de kurtulmaya çaba gösterilmesi gereklidir.
Bu risk, borç verecek olanların talepleri ve
Türkiye’nin bu taleplere ne kadar stratejik ve diplomatik beceri ile
yaklaşacağı konusu, ülkenin geleceği açısından bu durum çok çok önem
taşımaktadır.
·
2019’da iki dönem (iki adet 3 ay),
Mart-Ekim 2019 dönemi negatif büyüme (-%) veya ortalamanın altı büyüme (+%0 ile
%2 arasında) rakamları görerek küçülen ekonomik ortam ile yüzleşme olasılığı
yüksek görünmektedir. 11 Mart 2019 da gelen büyüme verilerine göre Türkiye
2018’de %2,6 büyümüş, 17. Büyük ekonomiden 18. Büyük ekonomi seviyesine
gerilemiştir. 2017 Gayrisafi Milli Hasıla 850 Milyar $ dan, 780 Milyar $
seviyesine düşmüştür. 2018 son üç aylık döneminde ise %3 küçülme gerçekleşmiştir.
TÜİK rakamlarının ve milli gelir hesaplama modelinin doğruluğu veya standart
oluşu tartışılmamak kaydı ile bile Türkiye ekonomisi küçülmüştür.
·
Türkiye’de üretim ve tüketim modeli
değişmediği için, yatırım yapılsa bile (yapılmıyor) borçlanarak harcamanın(yatırımın)
ekonomiye etkisi kısa sürede ve geçici olacaktır. Acil ve ciddi biçimde sanayii
ve tarımda üretim modelini değiştirmek gerekmektedir.
·
Kısa süre içinde ülkede VERİMLİLİK de
değişmeyecek ve SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMAYAN bir ekonomik modelin içinde her gün daha
fazla zorlayarak ekonominin borç batağına sürüklendiğini ifade etmek gerekir.
·
Bu durumun işsizliğin artışında ve hayat
pahalılığında (enflasyon) sert biçimde hissedilecek. Şimdiden işsizlik %12,5,
geniş kapsamlı işsizlik %17 ve genel İşsizlik %30’da ve bunlar resmi rakamlardır.
·
Durgunlaşan ekonomik ortamda tehlikeli
biçimde LİKİDİTE RİSKİ yani nakit bulma riskinin oluşmaya başladığını, kamu ve
katılım bankaları hariç banka kredi hacminin azaldığını da ifade etmek
gereklidir.
·
Kısacası ekonomiyi canlandıracak emareler
henüz yoktur, alınmış siyasi bir karar ile kamu bankaları kaynaklı 25 milyar TL
kredi kullandırılması ise seçim yatırımı olarak karşımızda duruyor. Bu kredi
paketinin kullandırılıp kullandırılmayacağını ise bilinmiyor.
·
Makro ekonomide TL’nin değeri ile ilgili
değişkenlerin yerel seçimden sonraki günlerde (Nisan-Ekim 2019) zamanla değişeceği
tahmin edilebilir.
·
1-faiz, 2-kur ve
3-enflasyon seçeceğinden en az iki
tanesinin yukarı doğru
hareket etmesinin kaçınılmaz
olacağını düşünülebilir, bu hareketin hangi zaman diliminde ve hangisinin seçenek
ile başlayacağı ekonomiyi yönetme,
yönlendirme biçimine bağlı
olacaktır.
·
İhracat artışının devam edeceğini tahmin
etmekle birlikte ve ihracatın da ithalata bağlı olduğunu bilmek, ihracat
artışına umut bağlamamak gerekiyor.
İhracat artışının devamı gelmeyecek çünkü stokta
bulunan hammadde ile üretimin ve depoda duran daha önce üretilmiş malların
satışının sonuna gelinmiştir.
·
Bazı sektörlerde verimlilik artışı olduğu
veya tekstil sektöründe de yeni siparişlerin alındığı söylenebilir ama özellikle
imalat sanayinde ithal girdi yoğunluğunu azaltacak bir ithal ikamesi yaratacak
yerli üretim projesi bulunmadığı da diğer bir sorundur.
·
Hatta sanayi üretim rakamı Aralık 2018’de
%10 düştü, Şubat 2019 PMI (perakende satış yöneticileri endeksi) hala %50’nin
altında (%43 den %44’e yükseldi diye olumlu hava esiyor demek doğru bir
yaklaşım olmaktan oldukça uzaktır).
·
Üretim için ara mal girdisi ithalatı devam
etmektedir ve bu sebeple ihracatın artışının bir limiti bulunmaktadır. “ihracat
artıyor” benzeri yorum gerçekçi değildir. İthalatın düşüşü döviz kurunun
yüksekliğinden ve alım gücünün düşük kalmasından kaynaklanmaktadır.
·
Diğer taraftan kaynak bulma ihtiyacı
kaçınılmaz olmakla birlikte bunun kolay olmayacağının da farkında olunması gerekir.
·
Ekonominin sürdürülebilir olarak büyümesi
için toplumsal harcama (tüketim) tercihinin belirlenmesi, yatırım tercihinin de
aynı anda belirlenmesi ve değiştirilmesi gerekmektedir.
·
Kısacası tasarruf yapılması ve israfın
önlenmesinin yanında, yatırım tercihinin hızla tüketime döndüğü yatırım olan
inşaat sektöründen, üretimin orta-uzun vadede ve stratejik olarak tarım ve
sanayi üretimine doğru değiştirilmesi gerekir.
Ekonomi Dünyasındaki herkes bunun gerekli olduğunu sadece konuşuyor, ancak atılan somut ve rasyonel bir adım görünmüyor. Tüm bunlar yapılsa ve uygulansa dahi TÜİK’in ürettiği diğer verilere bile şüphe ile bakılmaktadır. Kredi verecek ve yatırım yapacakların bu durumu fark etmediğini düşünmek akılcı değildir.
Ekonomi Dünyasındaki herkes bunun gerekli olduğunu sadece konuşuyor, ancak atılan somut ve rasyonel bir adım görünmüyor. Tüm bunlar yapılsa ve uygulansa dahi TÜİK’in ürettiği diğer verilere bile şüphe ile bakılmaktadır. Kredi verecek ve yatırım yapacakların bu durumu fark etmediğini düşünmek akılcı değildir.
·
Şimdi ve gelecekte,
finansman (borçlanma) ihtiyacını
karşılayacak kaynaklardan birisi de kısaca
IMF denilen, Uluslararası Para Fonu olmaktadır.
Yeniden borçlanma
veya IMF ile borçlanma, IMF dışında kaynak
bulma işlemlerine başlamadan, hatta görüşmelere
dahi başlamadan önce
bazı sorulara samimi olarak cevap vermek gerekir.
·
Bu krizden çıkışın yolu belki de borçlanmak
veya kaynak bulmaktır, ancak bunu sabit sermaye yatırımları şeklinde doğru kaynaklar
ile yapmak gerekiyor. Seçilecek yöntem Hazinenin borçlanması ise bulunan
kaynağın dağınık biçimde kullanılmaması gerekiyor.
·
Doğru alanlara da yatırım yaparak,
ekonomide zamanla daha büyük çarpan etkisi yaratacak bir yaklaşım olması
ihtiyacı var (10.Kalkınma Planı’nın gerçekten uzak ve tutması imkansız
hedefleri mevcut yaklaşımı açıkça göstermektedir).
1.1. Kaynak nasıl bulunur? Hazinenin yeni borçlanma yaklaşımı nasıl olmalı?
IMF
yönetiminde bir temsilcimizin olduğunu
ve resmi olan veya olmayan görüş alışverişinin
her zaman olabileceğinin altını çizmek
gerekir; IMF heyetinin görüşme yapmak üzere Ankara’da bulunması şartı da yoktur.
IMF ile veya herhangi bir yatırımcı ve borçlanma kaynağı ile çalışılacak ise;
IMF ile veya herhangi bir yatırımcı ve borçlanma kaynağı ile çalışılacak ise;
a)
IMF olsun veya olmasın, Hazine ülke
ekonomisi için borçlanıp bu kaynak ile ne
yapacak?
·
Ekonomide, tüketim, üretim ve büyüme ile ilgili
tercihler doğru mudur ki, bu kaynağın kullanımı ekonomide
olumlu etki yaratsın?
·
Her ekonomik büyüme kalkınma ve sosyal
hayatta ilerlemeye neden oluyor mu ki büyüme, yani rakamların iyileşmesi
ekonomik bir hedef haline geliyor?
·
Yeni yatırım
alanları ve üretim tercihimiz ülke
olarak nedir?
Hiç düşünüldü mü bu konu? Üstelik krizden bağımsız olarak! Türkiye’nin Yeni üretim ve yatırım vizyonu nedir?
Hiç düşünüldü mü bu konu? Üstelik krizden bağımsız olarak! Türkiye’nin Yeni üretim ve yatırım vizyonu nedir?
·
Üretimi (Tarım-Sanayi) artırmak
için yapılacak yatırımlarda
öncelikli alanlar nelerdir? Öncelikli
yatırım tercihleri belirlendi
mi? Üretim stratejisi nedir?
b) Bu
kaynak ile sadece var olan borcun bir kısmının ödenmesi
mi tercih edilecek?
·
Bu kaynak ile zorda bulunan finans kesimi
mi kurtarılacak? (Bankalara kaynak)
·
Bu kaynak ile reel sektörün borçları mı
yapılandırılacak? (Doğrudan reel
sektöre parasal destek)
·
Bireysel kredi kartı
borcu mu yapılandırılacak
veya doğrudan bireysel borç
silme işine mi başlanacak?
Öyle görünüyor ki hiçbir
çalışma yok, "kaynak bir gelsin biz ihtiyaca göre
dağıtacağız" şeklinde bir
yaklaşım var.
c)
Diğer taraftan “70-100 milyar dolar
bulalım ve bankacılık kesimindeki kredi sorununu çözelim” deniyorsa bunun da
geçici bir çözüm olacağının altını çizmek gerekir. Bulunacak her türlü borç
rakamı için aynı titizlikle hareket etmek gerekiyor.
d) Bulunacak
kaynağın kullanımı açısından halka sosyal yardım, sağlık
yardımı mı yapılacak? Borç
ile gelen dövizi ilaç ve
temel gıda ürünlerinden
üretmediklerimizi ithalat yolu ile dışardan
mı satın alacağız? Ya
da Devlet her alanda tanzim satışa mı başlayacak? (Giderek Venezüella’nın
durumuna dönüşüyor)
e)
Dördüncü ve sıkıntılı bir seçenek de
özelleştirme, Varlık Fonunun içinde bulunan THY, Halkbank, Vakıfbank benzeri
kurumlar ile yatırım aşamasında olan, 3. Havalimanı, köprü, şehir hastaneleri
benzeri yapılar özelleştirilebilir mi? Hatta petrol zengini körfez ülkeleri ile
bu konuda özel görüşme ile peşinden özelleştirme yapılabilir mi? (Umalım
ki bu konuda ülke stratejisi belirlenmeden herhangi bir pazarlık dahi
yapılmamış olsun)
Hangi seçenek geçerliyse halkın
bunu öğrenmeye hakkı
vardır, çünkü konu artık ülkenin gerçekten geleceği ile ilgilidir. Şimdilerde
moda olan terimi ile söylemek gerekirse “gerçek beka sorunu işte bu durum” ama
bu beka sorunu yerel seçimin kazanılması ile ilgili değildir, bunun altını
çizmek gerekir.
Bu sorun Cumhuriyetin kuruluşundan 1970’lere kadar
yapılmış temel yatırımların satılması, yabancıların ülkede değer verdiğimiz tüm
kurumları ve markalarımızı alması ile ilgilidir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, IMF veya Dünya Bankasından kesinlikle
borç alalım veya
kesinlikle borçlanmamalıyız şeklindeki
yaklaşımların hiçbirisi
doğru değildir.
Kesinlikle fon, kaynak borç bulunacaksa öncelikle bu
kaynağın maliyetini analiz etmek, borcun
taksitini ve süresini öğrenmek ve bütçe yapmak
gerekir. Bütçe içi veya bütçe dışı neyse, geri ödeme yönteminin
önceden belirlenmesi tercih edilen yöntem olmalıdır.
Ekonomistlerin tercih ettiği yöntem ise, tüm hesaplamalar sonucunda
borçlanma mecburiyeti ortaya çıkarsa, bunu bilerek (BİLİNÇLİ) ve
hesaplayarak (MALİYETİNİ BİLEREK) yapılması doğru olduğudur.
Maliyet belirlenmesinden
sonra bu para kaynağı IMF mi, yoksa başka kaynak mıdır? Belli olmadan da BORÇLANMA STRATEJİSİNİN geliştirilmesi doğru olacaktır.
Kaynak nereye harcanacak veya yatırım yapılacaksa siyasi partilere oy veren Türk Halkı ile önceden proje olarak paylaşılması faydalı olacaktır. Hem ekonomik büyüme hem de ekonomik kalkınma hedefi birlikte yerine getirilmelidir, parasal ve rakamsal büyümelerin kalıcı olabilmesi, kalkınma ile mümkündür. Kalkınma ise yetişmiş iş gücü ve sermaye ile çalışmakla ve zamanla mümkün olmaktadır.
Kaynak nereye harcanacak veya yatırım yapılacaksa siyasi partilere oy veren Türk Halkı ile önceden proje olarak paylaşılması faydalı olacaktır. Hem ekonomik büyüme hem de ekonomik kalkınma hedefi birlikte yerine getirilmelidir, parasal ve rakamsal büyümelerin kalıcı olabilmesi, kalkınma ile mümkündür. Kalkınma ise yetişmiş iş gücü ve sermaye ile çalışmakla ve zamanla mümkün olmaktadır.
Artık amaç bugünü
borçlanarak kurtarmak değil, yarına yatırım yaparak kalkınmanın ve üretim yolu
ile gerçekleşmesine sağlamak olmalıdır.
Mayıs 2019’da açıklanacak
olan 11. Kalkınma Planı (2019-2023) ekonomik öncelikleri, ekonomi ile ilgili
tahminleri bir önceki plan gibi hayal ürünü değil gerçekçi olmalıdır.
Kalkınma Ekonomisi
1.2. Tarihsel Olarak IMF (Uluslararası Para Fonu) İlişkisi:
IMF ile Türkiye’nin ilk tanışması
sanırım 1948-58 dönemine
denk geliyor, çok manidar biçimde
Osmanlı’dan kalan borçların
1928 ile 1954 arasında ödenmesi
ve borçların bitmesini takiben, IMF
denilen kurum kanalı ile Türkiye
yeniden borçlandırılıyor.
Bu noktada net biçimde belirtmek gerekir ki: “borç
almadan büyümek ve üretmek” ana tercih olmalıdır.
Rakamların (Milli Gelir) büyümesi değil toplumsal kalkınma hedef olmalı.
(Eğitim seviyesi ve kalitesi, gelir dağılımı, sosyal yardımlar, orta gelir
tuzağından çıkış, sanayi ve tarım üretimi artıma, kişi başına gelirin artışı,
üretimde ithal bağımlılığının azaltılması, yeni teknoloji teşvikleri ve
yatırımları vb.)
Tarihte elinden önce imtiyazlar ile alınan ve
kapitülasyonlar ile borçlandırılan
ve daha sonra borcunu ödeyemediği için
duyun-i umumiye ye mahkûm edilen, Osmanlı İmparatorluğunun
yaşadığı tecrübeyi
de asla ama asla akıllardan çıkarmamak
gerekir.
Bu bağlamda tarihi SEVR anlaşmasını da unutmamak
gerekiyor;
Aşağıda SEVR anlaşmasının son üç maddesine dikkat
çekmek, borçlanma batağına düşen bir ülkede (Brezilya, Arjantin veya Venezuella
gibi) ekonomik olarak en çok hangi yapısal önlemlerin IMF tarafından talep
edilebileceğini hatırlamak gerekir;
SEVR Anlaşması sonrası Kurtuluş Savaşı sırasında ülkemizin paylaşımı:
Tarihten ders çıkarmak isteyenler için SEVR
anlaşmasının son üç maddesine bakabilirler;
- Osmanlı
İmparatorluğu'nun mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek,
Türkiye'nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek; ancak
Türk maliyesi müttefiklerarası mali komisyonun denetimine alınacak;
- Kapitülasyonlar
(madde 260-268): Osmanlı'nın 1914'te tek taraflı olarak feshettiği
kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak;
- Ticaret ve
Özel Hukuk (madde 269-414): Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda
Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil
deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan iş bölümü
çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek hükümlerini
içeren bir antlaşmadır.
1.2.1 Tarihi Tekrar Hatırlamak
IMF ile görüşmeye gidecek ekibe ve
ilgili bakan dahil tüm bürokratlara,
Osmanlı Borçlanması, kapitülasyonlar ve SEVR
konusunda ekonomi tarihi dersi verilmesini son derece önemlidir.
Bir ülke borçlandığında daha sonra borç
verenlerin farklı düzeydeki
taleplerine de evet demek zorunda kalacak, bu konuda borç büyüdükçe,
isteklerin ve taleplerin boyutu değişecek,
borç geri ödenemiyorsa karşınızdaki
ülke veya ülke grubu bağımsızlığınızı
elinizden alacak adımları
atmaktan çekinmeyecektir.
Günümüzde borç veren ülkeler, dış
ticaretinizi dahi kontrol edebilmekte ve sattığınız ürünün
parasını dahi ödemediği
durumlar oluşmaktadır. (Venezuela’nın
petrol ihracı karşılığı olan paraya el konulması gibi). Günümüzde borç
verenler ülkenizi sadece ama sadece bir tüketici kitlesi ve kendi ürünlerine
bir pazar olarak görmekte, ülke insanın insani ve sosyal durumu
umurunda olmamaktadır. Sadece ama sadece ülkeniz
ve insanınızın
her türlü tüketim
tercihini değiştirmek üzere
ve kaynaklarınızı sömürmek
üzere talepte bulunmaktadır. Bu sistemin modern adına
yani 1980’ler den sonraki adına da KÜRESELLEŞME denilmektedir.
Diğer taraftan içinde bulunduğumuz bu krizler ile
milli parada değer kaybı, özel ve kamu kurumlarımızı yabancı yatırımcı
karşısında ucuz hale getirmekte ve özellikle tüm toplumun malı olan
kurumlarımızın ucuzlayan TL değerlerinden yabancıya geçişi hepimiz için MİLLİ
VARLIK KAYIP RİSKİ oluşturmaktadır.
Bu tarz yaklaşımlar ve stratejiler günümüzde
uluslararası politikada asker kullanmadan bir ülkeyi
ekonomi yolu ile borçlandırarak ve zayıflatarak işgal etmenin en basit ve en
maliyetsiz yöntemidir. Küreselleşme ve globalleşmenin
nimetlerinin anlatıldığı günler
maalesef artık çok geride kalmıştır.
Kapitalizmin tüm dünyaya yayılan
üretim modeli veya tüketim
modelinin hiçbir ekonomi için
sürülebilir
olmadığı da ortaya çıkmıştır.
Dünya ekonomisinin tarihin yeniden yazılacağı, hızlı
değişimlerin yaşanacağı önümüzdeki
yıllarda borç
veren yabancı yatırımcı veya ülkelerin taleplerinin ulaşacağı son
nokta bu makale ile hatırlatılmak istenmektedir.
1.2.2. “Bir de bakarsın ki” ile başlayan cümleler:
- Bir de
bakarsınız ki,
madenlerinizi yabancılar işletiyor, bir de bakarsınız ki,
limanlarınızı ve demir
yollarınızı yabancılar işletiyor.
- Bir de
bakarsınız ki Türk Telekom’un satılmasını istemiş, bir de
bakarsınız ki Şeker
Fabrikalarının satılmasını talep
etmiş ve bir de
bakarsınız ki Pancar
ve Tütün üretiminin kısıtlanmasını talep
etmiş.
- Bir de
bakarsınız ki Fındık depolama
sisteminizi kaldırılmasını istemiş. Birde
bakarsınız ki “Fiskobirlik
tasfiye edilsin” demiş.
- Bir de bakarsınız
ki “TMO’nun tahıl depolarında stok tutmayın,
boşaltın” demiş, bir de bakarsınız ki TMO’nun personel sayısı 10
bin kişi azaltılsın demiş?
- Bir de bakarsınız
ki tohumda bağımlı hale
gelmişsin (buğday,
biber ve domates örnekleri)
- Birde bakarsınız
ki vergileri artırmış, bir de bakarsınız ki IMF tarım üretimine karışmış,
hatta üretimi tamamen durdurmuş, araziler
ve tarlalar boş ve patatesi hatta samanı bile ithal eder hale gelmişsiniz.
- Bir de bakarsınız
ki emeklilerin maaşlarını düşürmüş,
- Bir de bakarsınız
ki uluslararası tekellere imtiyazlar verilmiş ve üzeri örtülü kapitülasyonlar
oluşturmak
zorunda kalmışsınız.
Osmanlı’nın
kapitülasyonlar ile yabancılara
verdiği imtiyazları Osmanlı
Tanzimat ilanı sonrasında kaldırmayı
denemiş ancak daha kötüsü
olan SEVR anlaşması ile kapitülasyonlar
geri gelmişti. Bu kapitülasyonlar ve verilen imtiyazlar ile ilk
mücadele büyük bir hezimet ile sonuçlanmış, hem de yeni şartlar
beterin beteri ölçüsüne geri gelmişti. Görüntüde kapitülasyonlardan
kurtulmak Lozan anlaşması işaret edilmesine rağmen gerçekten imtiyazların sona
ermesi için Cumhuriyetin ilanı, hatta Lozan anlaşması
dahi yeterli olmamıştır.
1929 Dünya ekonomik buhranı
ile Türkiye’nin Lozan haklarına
dayanarak gümrük vergilerini yeniden yükseltmesi
ve moratoryum ilan etmesi ile ayrıca imtiyazlı yabancı şirketler
Dünyada da mali güçlük yaşamaları sebebi ile Türkiye’den
ayrılmaları sonrası kapitülasyonlar
ancak sona ermiştir. Bu uluslararası
yardımlar ve adı ne olursa olsun
krediler evet kullanılması kaçınılmaz
olacak ama bu kredilerin şartları
belirlenirken, hangi siyasi yapı olursa olsun,
- “Biz emperyalizmi biliriz”,
- “Biz emperyalizm fikrinin temelinde medeniyeti
yaymak olmadığını, medeniyet dediğinin tek dişi kalmış bir
canavar olduğunu biliriz”, sadece ülkenin yüksek tüketim
kapasitesi yüzünden ülkenin bir pazar olarak göründüğü de unutulmamalıdır.
- “Biz
çocuklarımızın geleceğimi taahhüt altına koyacak
sözleşme ve
taleplere baştan sıcak bakmayacağımızın
bilinmesini isteriz” diye düşünülmesi
gerekir.
Tüm siyaset ve Devlet
adamları bu konuda birlik olmak ve tek düşünmek zorundadır. Bu
konunun keyfiyeti doğrudan politikacılara
bırakılamayacak kadar önemlidir
veya başka türlü
ifade edelim, yeni tip politikacılara ve
politikada yeni tip liderlere ihtiyaç vardır.
Tarihte yaşanan tecrübeleri
unutursak, emperyalizmin kucağına tekrar ve tekrar düşmek
kaçınılmaz olacak, ayrıca bu
ülkenin onurunu kaybetmemiş, gerçek vatansever,
bürokratlara ve diplomatlara da ihtiyaç duyacağını da
unutmamak gerekir.
Yeniden borçlanma görüşmeleri için hazırlıklar basit bir Londra seyahati veya New York ziyaretinin ötesinde, ciddiyetle ele alınıp uygulanmalı, program yapılmalı ve yukarıda belirttiğim hususlar belirli olduktan sonra IMF ile veya yatırımcılar ile masaya oturulması düşünülmelidir.
Yeniden borçlanma görüşmeleri için hazırlıklar basit bir Londra seyahati veya New York ziyaretinin ötesinde, ciddiyetle ele alınıp uygulanmalı, program yapılmalı ve yukarıda belirttiğim hususlar belirli olduktan sonra IMF ile veya yatırımcılar ile masaya oturulması düşünülmelidir.
Bir
gün IMF ile tekrar masaya oturulacaksa da yabancı danışmana
ve yurtdışından gelecek kurtarıcı aracı bürokratlara
(Kemal Derviş gibi kişilere) ihtiyaç
yoktur.
Bugün yeniden borçlanma politikası, programı oluşturulacaksa McKensey ve benzeri yabancı danışman firmalara ihtiyaç yoktur.
Bugün yeniden borçlanma politikası, programı oluşturulacaksa McKensey ve benzeri yabancı danışman firmalara ihtiyaç yoktur.
Görüşme heyetini Türkiye’nin
kıymetli diplomatları, ekonomistleri,
IMF'deki temsilcimiz ve hukukçulardan
oluşturmalı, siyasi erk (siyasetçiler)
ise yapılan görüşmeleri
anlayıp, sözleşmeyi
Türk halkı adına
onaylayacak biçimde bir adım geriden ve yukarıdan
olayı izleyebilecek kadar bilgiye sahip olmalıdırlar. Siyaset
bu sürece liderlik etmeli, siyasetçiler eğer konunun uzmanı değilse
sürece ve teknik detaya müdahale etmemelidir.
1.3. IMF
Programları Kredi Karşılığı Veya Niyet Mektubu Karşılığı Ne Talep Eder?
Veya IMF Programının Bizden Değişen Talepleri Neler Olabilir?
Veya IMF Programının Bizden Değişen Talepleri Neler Olabilir?
•
Türkiye IMF ile 1948’de tanışmış
olmasına rağmen, özellikle
1990’larda bozulan makro ekonomik dengeyi sağlamak için
ve 1998’den sonra bir dizi IMF Destekli İstikrar
Programı da uygulamaya başlamıştır.
•
1998 öncesi IMF programlarından
farklı olarak, 1998 sonrası IMF programları
her seferinde daha fazla yapısal
önlemler
içermeye başladığını
belirtmek gerekir.
Bu yapısal önlemler
giderek çok geniş bir alana yayılmıştır.
Örneğin;
- Özelleştirmelere müdahale
- Bankacılık Sistemine müdahale
- Şeffaflık kuralları koyma istekleri
- Kamu kesiminde çalışanların etik kuralları koyma vb. durumları
- Kısacası IMF fırsat eline geçtiğinde her alana yayıldı, üstelik bu yaklaşım medya da adeta sihirli formül gibi sunulmuştur.
Bu öyle bir hale geldi ki, geçmişte “yapısal reformları kararlılıkla uyguladık”, “krizin patlama nedeni, yapısal reformu kararlılıkla uygulamamak yüzünden olmuştur” şeklinde IMF’ye övgüler düzen açıklamalar yapan politikacılar ile karşılaştık.
İşte bu politikacılar
aslında IMF programı
hakkında fikirleri dahi olmayan kişilerdi.
1.4.
IMF’nin Yapısal Reform Adımlarının
Oluşumu:
1980’lerde IMF programı denilince daha çok özelleştirmeye
verdikleri destek ve piyasa mekanizmasının çalışmasını
engelleyen kanunların ve kuralların
değiştirilmesi yani serbest
piyasaya olan inanç akla gelirdi (Turgut Özal
dönemi)
IMF’nin ilgi alanına giren konular, 1998
de karşımıza geldiğinde, yakın
izleme aşaması denilen
aşamada 15 yapısal
önlem vardı,
2002 stand-by anlaşmasına
bakıldığında ise 145 yapısal
önlem olduğu
hayret vericidir.
2002 IMF programı bilindiği üzere
uygulayıcısı
olarak Kemal Derviş’in
başını çektiği
bir program şeklindedir. Bu süreçte Kemal Dervişin bir kurtarıcı şeklinde
ekonomiyi yönettiğini, hatta durumu -ben olmazsam IMF kredi vermeyecek- noktasına getirdiğini
de unutmamak gerekir.
•
IMF Yapısal Reform adımları
oluşturulmuştur,
bu kavramlar:
1-Yapısal Performans
Kriterleri (koşullar)
2-Ön Şartlar ve (ön
koşullar)
3-Program Gözden Geçirmeler (koşulların
oluşumunun kontrolü)
Bölümlerden
oluşuyordu ve birini tamamlamadan diğerine
geçilememekteydi.
1.4.1. Performans Kriteri Veya Yapısal
Reform Şartları
Veya Doğru Adı
İle “Yapısal
Reform Koşulları”
Kavramı Nedir? Bu Kavram Neden
Eleştirilir?
Yapısal
reform şartları veya koşullarının
yerine getirilmesi kurallara bağlanınca,
özellikle 1997 Asya krizi sonrası
birçok vatansevere, uzmana, analiste çok ağır
gelen ve hükümetlerin veya ülkenin
yürütme ve yasama haklarına
müdahale olarak algılanacak talepler IMF den
gelmeye başlamıştı.
Öncelikle
bu yapısal reform kavramını ve
koşulluluk denilen zorlamanın (kavramın) üzerinde
durmak gerekir, ancak koşulların
gelişimi tarihsel olarak şöyledir;
- IMF kredisi
kullanabilmek için ilgili ülkenin hükümetlerinin bazı politika önlemleri
alacağına dair
IMF ye mutabakat sunması beklenir. Kısacası IMF kredi
koşulları IMF ile görüşmelerde
belirlenir.
- IMF
kredisi sadece süreye veya faize bağlanmış krediler
olmayıp daha
farklı koşulların zaman içinde geliştirilmiştir. IMF’nin
talepleri her seferinde kabul görünce IMF de yetkisini aşan konularda da
talepte bulunmaya başladı.
- IMF
ekonomide ilk aradığı “istikrar” olmaktadır. Bu
sebeple en başından beri IMF programları aynı zamanda ekonomik
istikrar programı olarak kabul edilmektedir.
Klasik IMF kredi şartlarında veya klasik istikrar programı tek adımdan oluşurdu bunlar;
ü Finansal
Programlama ile ülkenin kamu maliyesi yani bütçesi, para piyasası ve
ödemeler dengesi yani dış
ticareti vb. rakamları için
yapılan düzenlemelerdir;
a) Para
miktarı ve
b) Bütçe açığı,
performans kriteri olarak belirlenmesidir.
• Daha
eskilere bakıldığında 1974 yılında,
bu kredi paketine IMF icra kurulu “Genişletilmiş
Fon Kolaylığı” adı altında
yeni kredi çeşidi eklediğini
görmek mümkündür.
- Böylece IMF icra kurulu üretim,
dış ticaret
ve fiyatlama mekanizmasında yapısal bozukluğu gidermek
için gerekli önlemleri de kredi paketine genişleme
kredisi olarak dahil etmiştir.
Yukarıdaki önlem dahilinde ek kredi isteniyorsa “bu ek kriter de ben koyarım” demek anlamına geliyordu.
- 1990’a gelindiğinde ise yukarıdaki 2 yapısal koşul 7 ye çıkmıştı.
- 1999 ve
2000’e gelindiğinde ise yapısal koşullar 14’e ulaşmış.
- İki binli yıllara
gelindiğinde yapısal
reformlar artık iki başlık altında
uygulanır olmuştu (145
adet);
a) Makro Ekonomik
Politikaları ve istikrarı destekleyen uygulamalar
§ i.
Vergi idaresi düzenlemeleri
§ ii.
Kur politikası düzenlemeleri vb.
uygulamalar
b) Ekonominin etkenliğini,
esnekliğini artıran, büyümesini
hızlandıran koşullar.
§ i.
Enerji ve Tarım Sektöründe
fiyatlama
§ ii.
İş gücü ve
finansal piyasalarda kurumsal düzenlemeler
Ekonomist dili ile anlatılırsa, önceleri talep-yönlü ve
deflasyonist bir politika varken, 1990’larda doğu blokunun dağılması ile arz- yönlü politika ile ekonomik büyümenin
yanında gelir dağılımı
bozukluğu vb. düzeltilmesini de şarta bağlamıştı demek lazım ve kısacası IMF deneme yanılma sistemi uygulamaya başlamıştır.
1990’lar dan itibaren gelişen bu yapısal reform çeşitliliğinin gerçeklemesi
sonucunda, mesela ekonomi büyüdü mü? Mesela ekonomide gelir dağılımı düzeldi mi? (Ülkenin
Sosyal politikasına ve Kalkınma Ekonomisine de söz söyleme hakkını kendinde
görme durumu)
Benzeri hususlar için gözlemleme kriteri getirilmiştir.
Kısacası
hem hedef var hem de bu hedefe ulaşmak için zaman
kontrolü getirilmiştir.
IMF daha sonraki yıllarda ise ülkeleri
gruplara ayırarak “genişletilmiş
yapısal uyum kolaylığı”
programı geliştirerek, az gelişmiş ülkelere
özel kişi başı
gelir vb. detaylar ile farklı ülkelere
farklı programlar sunma yoluna gitmiştir.
Programların bu derece fazla yapısal koşul taşıması konusu eleştirilere neden olmuştur. Şu eleştiriler getirilebilir:
- Yapısal reformun maliyeti ülke
ekonomisine yüksek gelmektedir ve program mikro ekonomik boyuta
indikçe hesaplanmayan maliyetler ortaya çıkmaktadır.
- IMF programı abartılı ve zamansız bulunmaktadır. Alınan önlemler
pozitiftir ama çok uzun zamanda toplumlarda dönüşümü sağlayacak
cinstendir.
- IMF programı likidite krizi çözümü için yapılmışsa alınan
tedbirler likidite krizini daha da derinleştirebilmiştir. (Öngörülmeyen sonuçlar)
- Büyümenin önünde engel olarak düşünülen birçok
problemin aslında büyümeye engel
veya problem yaratmadığı Asya krizinde ortaya çıkmıştır. (Öngörülmeyen kolaylıklar)
- Kısacası büyümeyeceği tahmin
edilen Asya ülkeleri üretimlerini artırarak
beklenenin ötesinde büyüyerek
krizden çıkmışlardır.
(Benzeri olasılık bizde de olduğu söylemek gerekir)
- Yapısal reform çeşidi arttıkça IMF
kendi uzmanlık alanı dışında kalan özelleştirme, yönetişim ve tarım alanlarına el atmış program
daha tartışmalı hale gelmiştir. (Türk Telekom,
Şeker Fabrikaları, Sümerbank özelleştirmeleri,
tarımda birkaç
yabancı kuruma
imtiyazlar verilmesi, TMO depolarının boşaltılması ve
personelinin azaltılması)
- Hukuksal olarak yapılan
stand-by sözleşmelerinin aslında yapısal
reformların koşullarını kapsamaya
müsaade etmediği dolayısıyla hukuk
dışı, kapsam dışı alana çıkıldığı eleştirileri
mevcut olmuştur. (Uluslararası hukuk
normlarına uymadığı açıkça ifade
edilmektedir, ülkelerin
hükümranlık haklarına müdahale
olduğu tartışılan bir
konudur)
Yukarıda saydığımız
eleştirilerin dışında IMF programının
az gelişmiş-gelişmekte
olan ülkelerin küreselleşmesi, tüketim
toplumu haline getirilmesi ve kapitalizmin emrine sunulması konusunda
çok daha ağır eleştiriler de vardır.
Bu eleştirilerin neredeyse tamamına bir ekonomistin katılmaması
mümkün değildir. IMF’nin maalesef masa başında bir toplumun iç
dinamiklerini doğru dürüst
algılamasını
ummak saflık olacaktır ve ayrıca
IMF temsil ettiği sistemin çıkarlarını ve
sermaye şirketlerini korumak için adım
attığı da açıkça
ortadadır. Kısacası IMF küreselleşmenin bir pazarlayıcısı ve
aracı kurumu gibi hizmet vermektedir.
1.4.2. IMF'ye toplumsal tepkiler nelerdir?
Aşağıda
listesi verilen konulardaki kayıplar toplumu çok
rahatsız etmiş ve hatta protestolara
ve eleştirilere neden olmuştur.
·
Önce IMF programları
dikensiz gül bahçesi
değildir!
IMF programına dahil olan gelişmekte
olan ülkelerde;
- Hükümetin, sağlık, eğitim ve toplumsal
refah harcamaları ciddi biçimde
azalmıştır
- Devlet kurumlarını özelleştirmek
veya kuralsızlaştırmak söz konusu
olmuştur. (Türk
Telekom Özelleştirmesi)
- Devalüasyon (TL’nin döviz karşısında değer kaybı)
- IMF hep ithalat kısıtlarını kaldırmak ve yabancı
sermayenin önündeki tüm
engelleri kaldırmak yolunda adımlar atmıştır.
- Tarımda GDO'lu ve hibrid tohum, nişasta bazlı şeker, tarım ilaçları, tarım gübreleri,
tarım üretiminin
durdurulması ve çiftçi
desteklerinin kısıtlanması
(Ziraat Bankasına görev zararı yapma
yetkisinin kısıtlanması),
uluslararası ilaç-kimya-tohum firmalarının
tarım üretimin
de tekel haline gelmesi. Mesela, tütün üretiminin kısıtlanması ve 200 bin
tütün üreticisi aileden 20 bin türün üreticisi aileye düşülmesi, üretilen
tütünün iki büyük tütün tekeline satılması mecburiyetinin doğması.
- Ücretleri düşürmek ve işçileri
koruyan mekanizmaları kaldırmak veya
zayıflatmak üzerine adımlar atılması
- Bugün emeklilikte yaşa takılanlar (EYT)
konusunun o zaman gündeme getirilmiş olması, bugün emeklilik yaşının yükseltilmesi
teklifleri (Yunanistan’da 65’den 67 ye çıkarılması sonrası halk
ayaklanması),
IMF veya dış yardım
paketlerinin kemer sıkma politikalarıdır.
- IMF programına tüm dünya bir
sistem (küreselleşme modası) olarak katlandı ve alınan sonuç;
- “Serbest piyasa ekonomisi” tüm Dünyaya yayılmasına aracılık yapan
IMF bunun neticesinde 1960 yılında Dünya nüfusunun
en zengin %20’si Dünya
gelirinin %60’ını kazanırken,
1990’a gelindiğinde en zengin %20 Dünya
gelirinin %83’ünü
kazanmaya başlamış ve
yoksullukla mücadele başarısızlıkla sonuçlanmıştır. (Dünya
Bankası verisi)
- 1985 yılında Dünyada günde 1
Dolar dan az parayla yaşayan insan sayısı 1 milyar
kişiden,
2000’de 1,3 milyar insana ulaşmıştır. (Dünya
Bankası verisi).
- Dünya bankası raporunda özellikle
Doğu Avrupa,
Güney Asya, Latin Amerika ve Karayipler ile Afrika’nın güneyi bu
fakirleşmeyi
bariz biçimde göstermektedir.
§ Dünya
bankası raporundaki ifade biçimi
ile; “Piyasa hegemonyası bu
şekilde sunulurken İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesinde geçen yeterli yaşam
standarttı kapsamında, gıda,
giyim, iskân, sağlık
ve zorunlu toplumsal hizmetlerde azalma, bozulma ve kayıplar
oluşmuş ve adeta piyasa
mekanizması bir noktadan sonra insan hakları
beyannamesi standartının
altına düşülmesine
neden olmuştur” denilmektedir.
§ Bilindiği üzere
“köleliğin
kaldırılması, ırkçı
yasaların kaldırılması, çocuk
yaşta çalışmaya
engel olunması, kadınlara oy hakkının
verilmesi, çalışma saatlerinin haftada
60 saatin altına indirilmesi konusunda mücadele
ile kazanılmış haklardan IMF politikasıyla
vazgeçeceğimiz uluslararası
olduğu söylenen IMF ve
uluslararası bankacılık
kurallarını da kaldırılması için
mücadele edilebilir”
tezleri karşıt görüş olarak savunulmaya başlanmıştır.
Galiba IMF’ye karşı
olmak bir süre sonra bir milli namus
meselesi! haline gelmektedir.
1.5 IMF Yapısal Koşulların ve İzlenmesi Konusu
- IMF’nin talep ettiği yapısal değişikliklerin
politika olarak uygulanması sonrasında izlenmesi ve denetlenmesi
makro ekonomik verilerin izlenmesinden farklıdır.
- IMF programında nihai hedefin tanımlanması ve bu
hedefe giderken ara hedeflerinde açıklanması gerekir.
- Performans kriterleri ise makro ekonominin izlenmesinde
kullanılacaktır,
nitelik olarak tanımlanabilir ve ölçülebilir
performans kriterleri en başından belli olması gerekir.
- Eğer performans kriterlerine
uyulmaz ise IMF kredisinin bir sonraki diliminin kullandırılması icra
komitesi onayı isteyecektir.
- Makro
ekonomideki bozulma basit ve giderilebilir ise iyileştirici ek
tedbirlere onay da verilebilir.
- Ülkenin
IMF anlaşması yürürlüğe girmeden
alması gereken ön
tedbirlere “ön koşullar” adı
veriliyor. Ön koşullar yapısal
reformların
tamamlanması kriteri olarak da uygulanabiliyor.
- Ön koşullar
yerine gelmemesi durumunda IMF icra kurulu yapısal
kriter aşamasının
ilerlemesini durdurabilir.
- Performans
kriterine ulaşıldı ama program amacına ulaşmadıysa bu aşama geçilmeyebilir.
IMF dört yapısal koşul ile çalışır;
- Ön koşullar
- Yapısal
performans kriterleri
- Yapısal
kriterler
- Gözden geçirmeler
Yapısal kriterlerin sektör dağılımında ise IMF 14 alt sektörü incelemiş, 2001’de
- Döviz Kuru
Sistemi
- Dış Ticaret
- Sermaye
Hesabı
- Fiyatlama
Politikası
- Kamu İşletmeleri
Reformu
- Özelleştirme
- Vergi ve
Harcama Reformu
- Sosyal
Güvenlik Sistemi
- Sosyal
Politika
- Finans
Sektörü
- Tarım
- İş Gücü Piyasası
- Ekonomik İstatistikler
- Şeffaflık
Daha önce de dikkat çekildiği gibi IMF’nin sosyal
politika, sosyal güvenlik ve iş gücü piyasası gibi uzmanlık alanının dışında
yapısal kriterler ile ilgilenmeye başlaması eleştirilere neden olmuştur. Tablo-1
1999-2002 yıllarında yapılan IMF Türkiye Programının Yapısal Koşullar ve Yapısal
kriter sayılarını göstermektedir. (*)
Programda 12 ön koşul, 5 yapısal reform kriteri ve 11
yapısal kriter olmak üzere toplam 28 yapısal koşul vardır.
Kaynak: Oğuz Esen “Türkiye’de Uygulanan IMF Destekli Yapısal Programlar”
1.5.1
Bozulan özellikleri ile yapısal
önlemler konusu:
Aralık 1999 ve Nisan 2002 arasında 26 ayda Türkiye IMF
ile 2 stand-by anlaşması, 11 niyet mektubu gönderilmiş ve sonuç olarak her iki
ayda bir kez niyet mektubu gönderdiği gözlenmiştir.
Yapısal önlemler ve düzenlemeler adı altında çoğu
zaman akıllara durgunluk veren ayrıntılara girildiği görülmektedir. Bu
yapısal önlem sayısı giderek artmış ve nihayetinde yakın izlemeler dahil 145
adete ulaşmıştır. Uzmanların ifadesi ile bu 145 konunun alt ayrıntı düzeyi
inanılmaz bir boyuttadır. Mesela Türk Telekom’un özelleştirmesi 19 alt adımda düzenlenmiş,
Türk Bankacılık sisteminin düzenlenmesi 41 alt yapısal koşuldan
oluşmuştur. Özellikle Türk Telekom’un özelleştirmesinin olumsuz sonuçlanması
sonrası bu 19 alt adımını okuyanın zorlandığımı ifade etmek mümkündür. IMF’ye
bu kadar fütursuzca davranma yetkisinin verilmiş olması çok üzücü ve
düşündürücüdür. IMF’nin borç alan ülkelere gösterdiği bu yaklaşım ve iletişim
modeli, Osmanlı ile batı arasında yapılan SEVR anlaşmasının hatırlanmasına
neden olmuştu.
Sonuç:
IMF Çalışmasından Çıkarılacak Ders
Türkiye
IMF ile masaya eğer oturacaksa önce
kendi kendine yapısal reform kriterlerini
belirlemesi gerekir, yani problemli alanları tespit etmesi gerekir.
IMF ile sadece niyet mektubu çalışması yapılacaksa da yukarıdakinin aynısı geçerlidir.
IMF ile sadece niyet mektubu çalışması yapılacaksa da yukarıdakinin aynısı geçerlidir.
Niyet
mektubunu basit bir taahhüt mektubu olarak ele alınamaz.
“Kendi
yapısal problemlerimizi
kendimiz belirlemeli ve
çözümü
kendimiz bulmalıyız”
2. Stratejik Bakış: Borçlanma Stratejisi
Dünya bankası ve IMF çözümünü
siyasi olarak da iyi durmuyor ama bu çözümü önce
bir analiz etmek, sonra karar vermek gereklidir. Bu analiz sonrasında hangi
kaynağa (para, fon, yatırımcı,
yabancı sermaye, yabancı ortak, borçlanma)
başvurulacağına,
bu projenin bedelini veya maliyetini hesaplayarak başlamak daha
doğru adım olacaktır. Türkiye için YERLİ BİR ÇÖZÜM
yolu bulanacaksa bu çözüm
yolu için atılacak adımların da
bu arada belirlenmesi gerekir. (Borçlanma-yatırım
stratejisi)
Örmek-1; 10 yıl sonra ihracat rakamı yıllık 250
Milyar dolara ulaşırsa, ihracatın içinde
ithalat payı tüm sektörlerde
%55 ortalamadan %25’e düşerse,
artık dışardan borçlanma
ihtiyacı azalarak bitebilir vb. gibi plan ve program yapılmalıdır.
(Kalkınma Stratejisi)
(Kalkınma Stratejisi)
Örnek-2; Önümüzdeki 10 yılda güneş
enerjisine 100 milyar dolar yatırım
yaparsak, yıllık 20-25 milyar dolarlık
enerji ithalatına gerek kalmaz, hatta 10 yıl
sonra cari açık kalmaz vb. Vizyoner projelere ihtiyaç
vardır. (Yatırım Stratejisi)
Şu anda konut sektöründe satılmayan 1-1,5 milyon
konuta yatırılan kaynağın sadece yatırım maliyeti 110 Milyar dolar
seviyesindedir. (Verimsiz ve atıl yatırım örneği)
Kısacası harcama ve yatırım planı olmadan borçlanma
işlerine girişilmemelidir.
Bu noktada elimizde bir IMF programı
taslağı olsa yeni yol veya yöntem olabilir diye düşünerek,
yurtdışı borçlanma
işine dikkatli, sakin ve daha bilinçli şeklide
bakmak tercih edilmelidir.
Sonuç olarak borçlanmaktan başka
seçeneğin olmadığını düşünenler
ile IMF’den başka seçenek
olmadığını düşünenler
açısından da bu makale ile
her iki görüş bir
araya getirilmeye çalışılmıştır.
Diğer taraftan bu makale ile tüm
taraflara sadece önümüzdeki
1 yılı değil,
Türkiye’nin 10-20 veya 50 yıllık
geleceğini düşünmeye
ve programlı davranmaya davet etmek gereklidir.
Sürekli
borçlanma tuzağından, daha çok
borçlanma riskinden, bilerek, isteyerek, çalışarak,
emek harcayarak, üretim yaparak çıkma-kurtulma
fikrinin AKLIMIZIN BİR KÖŞESİNDE
oluşmaya başlaması zamanı
gelmiştir. Stratejik biçimde yapılmayacak her borçlanma ülkenin ve
çocuklarımızın geleceğini çalmak anlamına gelecektir.
2.1 IMF Programının Kısıtlamaları
IMF programı denilince akla gelen daha önceki
tecrübelerden kalan birçok kısıtlamanın-şartın varlığını da hatırlatmak
gerekir, tüm bunlar birinci bölümde ifade edilmişti. Örneğin, ilk olarak akla
özelleştirme taleplerinin de gelmesi gerekir, Türk Telekom’un özelleştirilmesi
IMF programında yer alıyordu ve yapısal düzenleme ön şartı deniyordu.
2000 li yılların başında IMF programında tam 19 adet
şart vardı ve bu şartlar sürekli sayıları artarak devam etti ve 145
adete ulaştı. (Birinci bölümde bu şartların neler olduğunu ve sonuçları
paylaşılmıştı)
İşte sağlıklı bir değerlendirme yapmadan karar
vermemek, 2019 için önümüzdeki seçenekleri şimdiden konuşmak gerekir, acilen
Londra’ya yatırımcılarla görüşmeye gidildiği gibi acilen IMF karşısına
görüşmeye gidilmemelidir.
Buradan yola çıkarak “IMF avans kullandırabilir mi” konusunu netleştirmek gerekir bu konu basit bir ekonomi haberi gibi ele alınamaz, bu yönde basında çıkan haberlerin ciddiye alınmaması gerekir. IMF'de Türkiye’yi temsil eden bir temsilcimiz var, Dr. Raci Kaya, dolayısıyla IMF'nin görüşme yapmak için Ankara’ya gelmesine gerek yoktur. Her an her ortam ve ülkede IMF ile görüşme yapılabilir, gazeteciler ve basın bu durumu anlamalıdır.
Buradan yola çıkarak “IMF avans kullandırabilir mi” konusunu netleştirmek gerekir bu konu basit bir ekonomi haberi gibi ele alınamaz, bu yönde basında çıkan haberlerin ciddiye alınmaması gerekir. IMF'de Türkiye’yi temsil eden bir temsilcimiz var, Dr. Raci Kaya, dolayısıyla IMF'nin görüşme yapmak için Ankara’ya gelmesine gerek yoktur. Her an her ortam ve ülkede IMF ile görüşme yapılabilir, gazeteciler ve basın bu durumu anlamalıdır.
2001 krizi sonrası Kemal Derviş’in kurtarıcı edası ile
Türkiye’ye yaklaşımı ve sonrasındaki gelişmeleri bu aşamada hatırlamakta fayda
var, TÜRKİYE artık dışarıdan bir kurtarıcı aramıyor.
Bürokrasinin programlı ve planlı davranması,
siyasetçinin dik durması ve görüşmeleri geri plandan izlemesi, tüm diğer
olasılıkları da değerlendirmesi gerekiyor.
Ülkenin kaynak arayışı, IMF ilişkisi vb. teknik
konuların seçim malzemesi yapılması ise ayrı bir problemdir. Önce ekonomi tarihini
bilmek, sonra bu konuyu kavrayacak teknik bilgi düzeyine hazır bir basın veya
seçmen kitlesi olsa durumu idare etmek daha kolay olacaktı. IMF ve ülke
borçlanması siyasete alet edilmesi olumlu bir gelişme değildir, çünkü bu
konular stratejik önem taşır ve siyasetçiler ülkenin pazarlık gücünün
azalmasına neden olabilirler.
Sadece IMF kaynakları
yeterli olur mu?
- Sorulara borçlanma
kaynakları açısından da
bakılırsa, sadece IMF kaynakları yeter mi? yeterli olmadığını
belirtmek yanlış olmasa gerek.
- Dünya
Bankası proje
finansmanı? gerekli
mi? Cevap: Evet, önemli projeler için gereklidir.
- Ayrıca Yatırımcıları ülkeye
davet etme veya Yatırım Bankalarını ülkeye
proje finansmanına davet etme konusunda bir adım atılacak mı? Cevap:
Bilinmiyor.
- Borç veya
finans kaynakları sadece bu grup yatırımcılar mı? Cevap: Tabii
ki hayır, başka kaynaklar da söz konusu.
- Başka ülkeler ile
ticaret ve finansman seçenekleri masada olmalı mı? Cevap: Kesinlikle
olmalı.
- Varlık
fonu veya yatırım aşamasındaki KÖİ (Kamu özel iş birliği) projelerinin
yabancıya satışı söz konusu mu? (Unutmayın yapılacak her dışa satışta dış
kaynağın para olarak ülke hesaplarına aktarılması ABD’nin oluru olmadan
gerçekleşememektedir ve konu siyasi pazarlığa neden olmaktadır)
2.2
Krizden Çıkış
Ekonomi Yönetimi Vizyonu:
Ekonomi yönetiminde, ekonomi ile ilgili, bütçe ve mali
disiplinde, borçlanma yönetiminde, dış ticaretin yönetiminde bir ulusal
strateji olmalı, borçlanma yönetiminden sağlanan kaynak ile üretim yönetiminde,
geleceği planlamada yeni bir VİZYONA ihtiyaç
vardır.
Ekonomi yönetimi "kafası kesik
tavuk" gibi ortada koşturup kriz çözümü üretemez.
2018 birinci ve ikinci acil önlemler planı, Yeni
Ekonomi Planı (YEP) vb. programlar yeterince problemin çözümüne imkân
tanımıyor, çünkü tarım ve sanayi üretiminde dönüşüm planı yok, tasarruf planı
yok, israfı önleme konusunda güven yaratacak adımlar da mevcut değil.
Kısacası
gelecek gerçekçi bir VİZYON ve
bu vizyonu gerçekleştirmek için STRATEJİ olmadan,
bu kararlarımızı halka iyice anlatmadan veya TOPLUMSAL bir mutabakat yapmadan yola koyulma halinde şimdi
yaşananlardan farklı bir sonuç ALINAMAYACAĞINI artık
öğrenmek gereklidir.
Batı’dan
ve diğer kurumlarından
borçlanmak şart
mı?
- Başka
kaynak yok mu?
- Başka
akıl-çözüm yok mu?
- Gerçekten
iç kaynak ile bu durumdan çıkma umudumuz var mı?
- Vatandaştan
beklenen bir fedakârlık var mı?
- Borçlanmak
şart ise bu borçlanmadan kurtulmak için zaman ve maliyet planı nedir?
- Bu borç
nereye yatırım olarak gitmeli ki 10 yıl sonra borçlarımızı temizlemeye
başlayalım ve borçsuz büyüme, orta gelir tuzağından çıkmayı
planlayabilelim.
Lütfen
ezbere borç almaktan, ezbere adam ve kurum kurtarmaktan vazgeçin,
gemi batıyor, artık giderek
artan borca dikkat etmek sürdürülebilir
borç yönetimi
yapmak gerekir.
Öneriler
ve Adımlar
- Önce
değişim vizyonu oluşturulmalı,
- Bu değişim
için strateji belirlenmeli ve
- Bu
stratejiye uygun ekonomik tercihler ve öncelikler belirlenmeli.
- Yapısal
tüm problemler tespit edilmeli ve aynı IMF gibi bunları düzeltmek için
programa bağlanmalı,
- Ekonomiyi önümüzdeki
10 yılda büyütmeyi başarırsak bataklık haline gelen ülke ekonomisinin
çürüyen kısmını da tedavi etme imkânımız da olur.
- Büyüme ile
birlikte kalkınma ölçütlerinde iyileşme de mutlaka hedeflenmelidir.
- Tüm siyasi
partiler birlikte hareket etmeli yoksa krizi çözecek irade oluşmaz
IMF'yi
bir gün görüşmeye davet edeceksiniz
!..
- IMF
programlarını bir mucize veya kurtarıcı olarak görmeyen bir
davranış biçimi ve duruşumuz olmalı.
- IMF
programına katlanmak zorundaysak “buna değer mi?” diye düşünecek de bir
akıl veya sağduyu olmalı.
Kısacası
“IMF olsaydı pazarlık şartları neler olmalı?” konusu iyi çalışılması gereken
konudur ve 1 ayda altından kalkılacak bir durum değildir.
Elbette
IMF ile yaşanan tecrübe de hatırlanmalı ve IMF ilişkisi bundan sonra
olacaksa “yoğurdu üfleyerek yiyecek biçimde” ele alınmalıdır.
IMF
ile görüşme ve çalışma
modelleri nelerdir?
IMF
ile iki tür iş birliği yapılıyor;
1. Stand-by
anlaşması ve kurallar ve koşullar ile kredi alınması durumu, bu durumda kredi
kullanımının da takibi yapılıyor.
2. Niyet
mektubu ile yapılacak reformların ve uygulanacak kuralların belirlenmesi ama
kredi alınmaması durumu (En son 2004 de yapılan bu durum)
3. İlk
iki maddenin karışımı ve programın ortasında farklı ilaveler de olabilir.
Bu
aşamada
IMF ile stand-by anlaşması
imkânı
yok, yani IMF’den
kredi bulma imkânı
yok. (Kısacası bu fikir
ben ve benim gibi düşünen bazı ekonomistlere ait)
Bunu
iki nedene bağlamak gerekirse;
a.
Türkiye’nin IMF’de ki parasal limiti kısıtlı, yani düşük,
b.
IMF’de Türkiye’nin ihtiyacını görecek büyüklükte kaynak yok.
Basında yer alan haberlerde 5 milyar dolar günlük
limit, 30 milyar dolar üst limit benzeri hesaplamalar da yapılabilir ama
bunların krizin boyutuna göre ihtiyaca cevap vermediğini de önceden görmek
lazım.
2.3 Türkiye’nin problemini çözecek kaynak en az ne
kadar olmalı?
Bu tespit edilmiş değil, muhtelif görüşler ve
hesaplamalar piyasada mevcut.
Bu
hesaplamalara göre ülkenin ihtiyacı olan toplam kaynak 70-100 milyar dolar
seviyesinde veya belki de daha yüksek.
Kısacası şu anda 457 Milyar dolar kamu ve özel sektör
dış borcu var ve nereden baksanız bunun üzerine en az 70 milyar dolar daha
gelecek, yani borç büyüyecek görünüyor. Diğer taraftan toplam kredi hacmi tüm
bankalarda 2,4 Trilyon TL, bunun %4’ü batık kredi yani 97 milyar TL ve %10’u da
ikinci grup problemli kredi yani 240 Milyar TL olarak resmi rakamlarda
izleniyor. Bu rakamların üzerinde batık olduğu da uzmanlarca ifade edilmektedir.
Liberal Ekonominin, Serbest piyasanın öncüsü Kabul edilen Adam Smith’in bir sözü vardı, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” kısacası ekonomiye müdahale etmeyin, ekonomi kendi dengesini bulur ifadesi kullanılmıştı.
Adam Smith’in ruhu 1780’lerden bugüne gelseydi, şu
ekonomi yönetim biçimimize
bakıp, “Bırakınız batsınlar, bırakınız sürünsünler”
der miydi?
Bu söz de “toplumların refahı”
kitabında değil
de “toplumların çöküşü”
kitabında yer alırdı
artık. (Bu
paragraf ekonomistler için acı bir
hatırlatma olarak yazılmıştır)
Önümüzdeki aylardaki çözümün neler olacağını bazı
ekonomistlere sorarsanız, IMF ile niyet mektubu üzerinden çalışılacağını
(2004 de olduğu gibi), IMF’den
değil de yurtdışı
piyasadan ve yatırımcıdan
bu şeklide borçlanmaya
yapılacağı
üzerinedir.
Bu hiç de kolay bir süreç değil, çünkü yabancı
yatırımcı güven duyabilmek için önce en az 6-9 ay yapısal değişimin programı
uygulama ciddiyetini görmek isteyecektir.
Ayrıca IMF ile yapışan düzenleme alanları tespit edilirken, bu iş bir süre alacaktır.
IMF’ye aslında ihtiyaç yoktu, bir zamanlar 2017’de, hatta 2018 başında ciddi yapısal reform kararları alınabilmiş olsaydı, 2018 Ağustos’dan bu yana oluşanlar ekonomik krizin son altı aylık etkileri yaşanmayacaktı.
Suriyelilere hesapsız ve plansız 40 milyar dolar harcanmış olmasaydı, cari açık çok azalacak, 2015, 2016 ve 2017 de bütçe açığımız dahi olmayacaktı. (Bu kaynağın cebimizden yani ülke bütçesinden harcanmadığı ifade edildi ama rakamın nasıl hesaplandığı da açıklanmadı)
Bu noktada halk arasındaki bazı deyimleri kullanarak konuya şöyle dikkat çekmek yerinde olur:
IMF’nin
direktifleri yapan “uslu çocuk” veya “şamar oğlanı” olmak
yerine, ihtiyacını ve ne yapacağını bilen “bilinçli Devlet” olmak farklı ve
onurlu bir durumdur.
Biz
bizim derdimizi daha iyi bilir ve çözeriz, siyaset yapmayı bırakıp ciddiyetle
ekonomik krizi, yerli-milli olarak Cumhuriyetin Kuruluşlunda kullanılan
yöntemleri unutmadan çözülmesi gerekmektedir.
Yolumuz ve kılavuzumuz, Cumhuriyetin kuruluş şartları,
Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi gibi veya 1924
İzmir İktisat Kongresi ve kararları gibi olmalıdır.
(Bu kongreye farklı siyasi görüşleri olan 1135 delegenin katıldığını unutmamak gerekir)
(Bu kongreye farklı siyasi görüşleri olan 1135 delegenin katıldığını unutmamak gerekir)
“Hala ekonominin durumunu ve borç batağını, verimsizlik batağını anlamamış olanlar bu makaleyi tekrar baştan okumalıdır”
Türkiye hem reel sektörde hem de finans sektöründe aynı anda ve son yılların en büyük krizini yaşamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu düşmanı (emperyalizmi) yenerek gerçekleştiğine göre; bu durum fikir ayrılıklarını geride bırakıp çözümün ortak akıl ve strateji ile hareket etmekle mümkün olduğunu bize hatırlatır, bugün aynı çözüm yolunu tercih etmek ve bir araya gelmek gerekir.
Bir
gün iktisat kongresi toplamaya karar verilirse, uzman ve akademisyenlerin
serbestçe tebliğ sunabildiği, işçi, işveren temsilcilerinin konuşabildiği,
tarımdan uzmanların ve tüm tarafların bulunduğu, uluslararası kuruluşların ve
akademisyenlerin serbestçe katıldığı ve siyasetçiler hariç Devletin
bürokrasisinin bulunduğu bir ortam sağlanmasını gerektirir.
Toplumsal olarak ekonomi yeni ekonomi politikası belirlenebilir, bu politikanın içinde yeni sanayi üretimi ve yeni tarım üretimi için organizasyon kurma, yöntem geliştirme imkânının önü açılabilir.
Toplumsal olarak ekonomi yeni ekonomi politikası belirlenebilir, bu politikanın içinde yeni sanayi üretimi ve yeni tarım üretimi için organizasyon kurma, yöntem geliştirme imkânının önü açılabilir.
Siyasi beklentileri olan kişilerden çare beklemek yerine yeni sanayi ve üretim modeli ile yeni tarım üretim organizasyonlarını Türk insanının kendi başına yapması mümkündür. Sadece doğru stratejinin belirlenmesi yeterli olacaktır.
Son söz;
Küreselleşme,
küresel sermaye hareketleri incelendiğinde, ülkeler farklı biçimlerde ile
borçlandırıldığını, ekonomilerin borçlandırılarak dışa bağımlı hale
getirildiği, ülkelerin benzer süreçlerden geçtiği ve bu sermaye hareketi ile birden
ülkelerin ekonomi dışı alanlarda mesela tarım da tohumlarını, topraklarını,
suyunu, doğal kaynakları ekonomisin borç veren ülkenin kurumlarının kontrolüne
girdiğini görülür.
Aynı durum sanayi üretimi için de uygulanır ve ülke üreten değil sadece tüketen ve borçlu toplum durumuna düşer.
Tohum, toprak ve su üzerinde kontrol sağlanarak, tarımsal üretim çeşitliliğini azaltmak, böylece gıda pazarını kontrol altına almak, tarım topraklarının kullanılmaması boşta tutulması politikası ile ülke insanının beslenmesini kontrol altına almakta ve ülke tarımı, beslenme ve halk sağlığı dışa bağımlı hale getirmenin mümkün olduğu görülmektedir.
Kısacası ekonomik bağımsızlığı yitirmek ve modern kölelik ekonominin ve krumlarının borçlandırması ile başlar, sanayi üretiminin dışa bağımlı olması, tarım üretiminin tohum, toprak ve suyun yabancılar tarafından kontrolü sonuçlanır.
Aynı durum sanayi üretimi için de uygulanır ve ülke üreten değil sadece tüketen ve borçlu toplum durumuna düşer.
Tohum, toprak ve su üzerinde kontrol sağlanarak, tarımsal üretim çeşitliliğini azaltmak, böylece gıda pazarını kontrol altına almak, tarım topraklarının kullanılmaması boşta tutulması politikası ile ülke insanının beslenmesini kontrol altına almakta ve ülke tarımı, beslenme ve halk sağlığı dışa bağımlı hale getirmenin mümkün olduğu görülmektedir.
Kısacası ekonomik bağımsızlığı yitirmek ve modern kölelik ekonominin ve krumlarının borçlandırması ile başlar, sanayi üretiminin dışa bağımlı olması, tarım üretiminin tohum, toprak ve suyun yabancılar tarafından kontrolü sonuçlanır.
Tüm
bu sonuçları bilerek ülkenin ekonomik olarak tam bağımsızlığı için, MİLLİ
borçlanma stratejisi, MİLLİ sanayi üretim stratejisi, MİLLİ tarım üretimi
stratejisi ve MİLLİ ekonomi stratejisi olması gerekir, umarım bir gün buna
karar verilir, gerisini yani üretimi Türk halkı zaten yapacaktır.
R. Erman
Dinçel
Ekonomist
ve Eğitimci
12 Mart 2019, İstanbul
(Yazının yayım tarihi 1 Nisan 2019, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü/Ankara)
12 Mart 2019, İstanbul
(Yazının yayım tarihi 1 Nisan 2019, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü/Ankara)
Kaynakça;
i.
Ekonomide dışa açık büyüme,
1984 Altın Yayınları,
Prof. Dr. Gülten Kazgan
ii.
Tanzimat’tan XXI Yüzyıla Türkiye
Ekonomisi,1999 Prof. Dr. Gülten Kazgan, Altın
Kitaplar
iii.
IMF ile Dünya Bankasına Karşı 10
Neden, Kevin Danaher, Metis Yayınları,
2005 Çeviren Bülent Doğan
iv.
Kriz ve IMF Politikaları, Muhtelif Yazarlar, Oğuz
Esen’in “IMF Destekli Yapısal
Reformlar” makalesi, 2002 Alkım Kitapevi
v.
Dayanışma Ekonomileri, Üretim
ve Bölüşmede Alternatif Yaklaşımlar,
Metis Yayınları 2018
Yorumlar
Yorum Gönder