Finansal Piyasalarda 2013 yılı ve Risk Yönetiminin Artan Önemi----- Yarına Övgüde ilk konuk yazar -------- Sayın Güneş Kasap - Risk Active
Efendim bugün Yarına Övgü'nün misafiri var, yani ilk konuğum da geldi, Risk Active'den ( www.riskactive.com ) Sayın Güneş Kasap geçtiğimiz yılı (2012) ve içinde bulunduğumuz yılı ve ekonomik ortamı, bir ekonomist, bir risk yöneticisi gözüyle yorumlayacak. Sadece finans sektörünü değil reel sektörü, yatırımcıları, piyasaları ilgilendireceğini düşündüğüm bu makalesini sizlerle paylaşıyorum.
Not: Risk Active 'Risk Yönetimi' konusunun lider kurumu olup, Güneş hanımın makalesinde geçen 'Volatilite' kelimesini 'Piyasada Fiyat Dalgalanması' olarak düşünmenizde fayda olacaktır.
Finansal Piyasalarda
2013 yılı ve Risk Yönetiminin Artan Önemi
Finansal
piyasalarda günün sonunda ne olacağını %100 ihtimalle bilebilmek falcılıktan
farklı değil, fakat %100 ihtimalle bildiğimiz bir şey var ki 2013 yılı 2012 den
çok farklı olacak. Özellikle kur cephesinde 2012 yılı belki de tüm zamanların
altın yılıydı. USDTRY kuru neredeyse sabit kur rejiminin olduğu dönemlerdeki
kadar dar bir bantta hareket etti.
Yurtdışı
piyasalarda ise 2011 yılının yangın ortamından sonra 2012 yılı iyimserliğin
hakim olduğu bir yıl oldu ve ülkemiz piyasaları da bu global ortamdan oldukça
iyi bir şekilde faydalandı. Hem faiz hem de borsa cephesinde herkesin yüzünü
güldüren bir yıl oldu 2012.
Sonuç
itibariyle kurların dar bir bantta dalgalandığı, faizlerin tarihin en düşük
seviyelerine geldiği, borsanın rekor üstüne rekor kırdığı 2012 yılından sonra
esas soru işareti 2013 yılında neler ile karşı karşıya kalabileceğimiz
noktasında kafamızı meşgul etmekte.
Sonda
söylenmesi gerekeni başta söyleyelim: Hangi açıdan bakarsak bakalım 2013 yılı
2012 kadar rahat, seçeneklerin sınırlı olduğu, öngörülebilir bir yıl olmayacak
gibi görünüyor.
Makro
ekonomik perspektif itibariyle 2013 yılının iyi bir yıl olma potansiyeli
yüksek. Özellikle mevcut bol likidite ortamını sağlayan gelişmiş ülkelerde
ortalama %2 civarında olan büyüme tahminleri Türkiye'ye gelecek para
akımlarının devam edebileceği yönündeki tahminleri destekler nitelikte
karşımıza çıkıyor. Şayet gelişmiş ülkelerdeki büyüme beklentileri %4-5
seviyelerinde olsaydı Merkez Bankaları piyasalara vermiş oldukları fazla
likiditeyi geri çekmenin yollarını aramaya başlayabilirdi. Büyüme %0-1 gibi bir
seviyede olsaydı da global risk iştahının düşmesinden hareketle güvenli liman
kaygıları nedeniyle para akışının sekteye uğrayabileceği bir yıl olabilirdi.
Fakat %2 seviyeleri likidite musluklarının açık kalmasını sağlayacak ve aynı
zamanda global risk iştahını gelişmekte olan ülkelerden uzaklaştırmayacak kadar
makul bir büyüme oranı olarak Türkiye piyasalarını 2013'te destekleyecek bir
ortamın habercisi olarak değerlendirilebilecek bir tahmin. Kısaca para
akışında, yurtdışı borçlanmalarda bir sıkıntı yaşanma ihtimali çok yüksek
gözükmüyor. Tabi ki Avrupa borç krizi, global kur savaşları gibi sıcak konular
gündemi meşgul etmeye devam edecektir ve bu konuların volatilite üzerindeki
etkisi takip edilmelidir.
Global
piyasalardaki bu orta-iyimser durumu Türkiye gerçekleriyle birleştirdiğimiz
noktada ortaya belirsizliklerin arttığı bir yıl senaryosu çıkıyor. Piyasa
oyuncularının sevdiği fakat üretim yapan, istihdam sağlayan ve ülkenin
ilerlemesini sağlayan reel sektör firmalarının daha dikkatli hareket etmesi
gereksinimini arttıran yüksek volatilite ortamının geri geleceğine yönelik
sinyaller kuvvetli gözüküyor.
Kur
cephesinden baktığımızda USDTRY ve EURTRY volatilitesi kendi tarihinin en düşük
seviyesinde seyrederken, an itibariyle, dünyada takip ettiğimiz diğer tüm para
birimlerinden de düşük bir seviyede bulunmaktadır. Gerek teorik olarak gerekse
de pratikte volatilite kendi tarihsel ortalamalarına her zaman geri dönme
eğiliminde olan bir finansal göstergedir. Bu gerçek de bize volatilitenin artma
riski taşıdığını tek başına bile göstermek için yeterlidir. Volatilite kendi
tanımı gereği yön gösteren bir araç değildir. Bir başka ifade ile kurlar yukarı da gitse aşağı da gitse
volatilite artabilir. Türk Lirası'nın tarihsel olarak volatilitesini
incelediğimizde volatilitenin TL'nin değer kaybettiği zamanlarda arttığını
gözlemliyoruz, ancak belirttiğimiz gibi teorik olarak TL'nin değer kazanması da
volatiliteyi arttırabilir. Bu noktada elimizdeki veri setindeki diğer değişkenlere de
bakalım. Merkez Bankası Başkanı reel kur endeksine göre TL'nin değer
kazanmasına izin vermeyeceklerini belirtti. Bunun da TL'nin enflasyon kadar
değer kaybetmesi gerektiği yönünde bir algıya sebebiyet verdiğini belirtmekte
fayda var. Tabi ki bu noktada TL'nin bir sepet olarak değerinden bahsediyoruz,
sadece USDTRY kurundan değil. Bir diğer veri ise Fitch tarafından yapılan not
arttırımının diğer rating kuruluşları tarafından da takip edileceği beklentisi.
Ülkenin iki rating kuruluşu tarafından yatırım yapılabilir seviyede tasdik
edilmesi yurt içine sermaye akımlarının yoğunlaşmasına sebebiyet verebilir. Bu
noktada kurların aşağı yönlü hareket etme potansiyelinin olduğu da
savunulabilir. Kısaca en başta belirttiğimiz gibi kurlar her iki yöne de
kuvvetli hareket edebilme potansiyeline sahip gözüküyor.
Faiz
cephesinden baktığımızda ise Merkez Bankası'nın faiz koridorunu aşağı yönlü
kaydırırken karşılık oranlarını arttırıyor olması ve enflasyonda meydana
gelebilecek yukarı yönlü şoklar teknik olarak Türk Lirası verim eğrisinin
yukarı hareket etme ihtimalini arttırıyor. Yabancı para borçlanmalarına
baktığımızda ise gerek Türkiye CDS oranlarının Brezilya ve Meksika gibi yatırım
yapılabilir ülke ratingine sahip ülkelerin CDS seviyelerine yakın seyretmesi ve
gelişmiş ülke faizlerinin taban sıfır seviyesine neredeyse yapışmış olması
yabancı para cinsinden borçlanma faiz oranlarında da ulaşılabilecek minimum
noktaya ulaşıldığı yönündeki beklentileri destekliyor. Mevcut ekonomik
konjonktür faizlerin düşmesi ihtimalini sınırlarken yukarı yönlü hareketlerin
gerçekleşme olasılığını da arttırıyor. Bu tabi ki faizler yukarı gelecek demek
değil, fakat her şeye hazırlıklı olmak gerektiği konusunda algılarımızı
açmamızın faydalı olacağı yönünde bir işaret olarak algılanabilir.
Benzer
beklentiler sacın diğer ayağı borsa cephesinde de karşımıza çıkıyor. Her gün
yukarı yönün devam edeceği ve bittiği yönündeki makale köşe yazısı ve raporları
okuyoruz. Son zamanlardaki gün içinde sert dalgalı seyir fakat yatay kapanış ve
yüksek işlem hacimleri yatırımcıların da ikiye bölündüğünün güzel bir
örneği.
Tüm
bunların ışığında reel sektör firmaları için karar vermenin 2012 yılına göre
daha zor olacağı bir yıla başladığımızı söylemek çok da yanlış olmayacaktır.
Bir çok kurumsal firma finansal risklerini ortadan kaldırmaya yönelik sistem
yatırımlarını tamamlayıp, operasyonlarına risk yönetimi perspektifiyle
yaklaşmaya başladı. Fakat hala tüm reel sektör için alınması gereken bir hayli
yol var. Kar marjlarının düştüğü, volatilitenin artma potansiyelinin yüksek
olduğu bir ortamda onlarca, yüzlerce hatta binlerce kişiye ekmek kapısı olan
reel sektör firmalarımızın maruz kaldıkları finansal riskleri taşımaya devam etmeleri
ne kadar doğru olduğu her yöneticinin kendisine sorması gereken soruların
başında geliyor.
Her
2-3 senede bir karşı karşıya kalınan finansal dalgalanmalar, risk yönetimi
perspektifine sahip olmadan ilerleyen firmalarımızın ciddi zararlar yazmalarına
neden olabilmektedir. Firmaların yaptıkları iş neticesinde maruz kaldıkları
finansal riskleri doğru analiz ederek ortadan kaldırmaları günümüz
piyasalarında oldukça kolay olmanın yanı sıra faydalı da olmaktadır.
Finansal
piyasalar reel sektör firmaları için para kazanma fırsatı sunan yerler olarak
değil para kaybetmemeyi sağlayan yardımcı etmenler olarak değerlendirilmediği
sürece en ufak dalgalanmada bilançoların yara aldıklarını görmeye devam
edeceğiz. Bu noktada yardımımıza koşan en güçlü araçlar türev ürünlerdir. Türev
ürünler amaca hizmet eder nitelikte, finansal risklerin yönetilmesi amacıyla
kullanıldığı sürece firmaları, piyasa fiyatlarının oynaklıklarından
koruyacaktır.
Risklerin
doğru analizi ve analiz edilen risklerin doğru ürünle ortadan kaldırılması
rekabette firmaları bir adım öne çıkaracak en önemli etmen olacaktır. Dünyada
söz sahibi bir çok Türk firması düşük kar marjlarının hakim olduğu bir
konjonktürde gerçek zamanlı risk yönetimi yaparak ayakta kalmakta ve
pazar paylarını arttırmaktadırlar. Bu felsefenin tüm ülkeye yayıldığını
düşündüğümüzde, ülke olarak bir Almanya seviyesine ulaşmamızın önünde hiçbir
engel kalmayacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder